Cumartesi, Ekim 20, 2012

sıkıntı değil benimki, sikinti

Next Big Thing (feat. Pusha T & Pharrell Williams) by Chester French on Grooveshark

Yalnızlık ne zor şey lan! Yok, illa aşk meşk anlama şimdi. O da var tabi ki, ama asıl koyan genel itibariyle bambaşka bi yalnızlık.

Bu gece Taksim'de taş üstünde taş bırakmayasıya eğlenesim var. Ancak, birlikte dışarı çıkacak kimse yok gibi. Ankara'dan gelen bi arkadaşımın programı şayet erken biterse birlikte Taksim'e geçeceğiz falan. Lan! Lan! Lan!

Hani çok sosyaldim aslında ben? Hani muhtelif sayıda arkadaşım vardı? Hani hepsinin yeri ayrıydı da birlikte zaman geçirmekten ve mekanlarda eğlenmekten büyük keyif aldığım bi grup vardı? Noldu ona?

Yalnızım arkadaş! Çok yalnızım! Bugüne kadar pek takmamıştım bu durumu, ama yalnızlıktan kırılmaya başladığımı farkettim. Meğer içimde ne sosyal bi orospu varmış da haberim yokmuş. Tanımadığım insanlarla konuşasım var.

Özetle, ben her aşık oluşumda böyle oluyoreröre.

"Sen de ne ayrangönüllüsün yahu, önüne gelene aşık oluyorsun." diyosundur belki. Kavram kargaşası yaratma bi sen de! Belki yoğun hoşlandım, belki çok hoşuma gitti ve aşık oldum diyerek özetliyorum belki durumu, nerden biliyosun?

Hoşlandığım adamı bu akşam için davet ettim, havasında değilmiş, çıkmayacakmış, teşekkür ediyormuş. İstenmediğime yüzde yüz eminim artık ve bu durum benim ziyadesiyle canımı sıkmaya başladı. Çünkü geri dönüp baktığımda hayatıma giren insanlara başlangıçta çok yoğun duygular hissetmedim ben hiç. Hep sonradan, zaman içinde sevdim. Baştan bu kadar yoğun hisler beslediğim hiç kimseyle ise beraber olamadım. Gönlün istediğiyle birlikte olamadım, gönlüme gelen taliplerleydim hep.

İstediğim adamların da beni istediği günler gelecek mi? Sakin ve daha mantıklı adımlar attığım ve insanların bana olan ilgilerini kaybetmeyeceğim zamanlar gelecek mi acaba?

27 yaşındayım ben arkadaşım. Eve çıkma, yuva kurma hadiseleri uzak görünse de uzun soluklu ve doğrudürüst bi ilişkimin olması gerektiği yaştayım artık. Bu durum acilen düzelmeli! Kafayı yemiycem yoo yoo!

Cuma, Ekim 19, 2012

Bu sefer de şarkı Türkçe, yazı İngilizce olsun, ne çıkar?

Yalvaramam by Candan Erçetin on Grooveshark

There are facts sweety, facts that you can't change, facts that kill you constantly every single second of every single day you wake up to.

No matter how hard you try, you end up with consequences of those facts. It always remains the same whether you work your ass off or you just leave it be.

You even can't find the correct words that can wrap up the waterfalls inside.

You end up alone, thinking hard enough to wipe off each and every single vein in the body. You may wish to rip your skin off, you just can't. All you can do is to wait. Cuz you don't even want to move an inch.

You've always known that it was hard, you just can't bear it anymore. You're still expecting it to turn into something nice - only you don't know it's not ever gonna happen, dear.

You're still expecting that it's all mutual, but it's not, obviously. Yet you can't give up on your hopes. They're everything that can keep you go on.

Misery has been a part of your life, only you don't know yet. You live the life of a 40 yrs old man. Even those "old" guys know how to handle such obstacles and they most certainly know how to enjoy it all.

All tied up, all lost, all abandoned, all fucked up, ruins everywhere, you can't find your way out even though you try pretty hard.

You know for sure that you're not running after fancy things. You'd like to keep it simple, naive, and steady. You're after peace and silence. You're after confidence and trust.

It takes a lifetime to find that right one, they say. They say that you have to stick strong to the next best person. Yet, enough is not enough.

Witnessing happiness right before your eyes is painful since you're not a link in that chain.


Final wishlist:
Call, if you miss
Invite, if you want to meet
Explain, if you wish to be clear
Ask, if you've got something on your mind
Be honest, if you didn't like
Say it, if you fancy
Ask, if you want
Say, if you love

Perşembe, Ekim 18, 2012

ne yapacağını bilemez haller vol.58576


Aklına gelen tonlarca şarkıdan nakaratları seçip coşkuyla söylemek istemek, fiziksel ve zihinsel olarak imkansız olsa da yerinde duramamak, ne yapacağını bilememek, kendini alkole vermek, şarap kafasıyla mastürbasyon yapmak, yalnızlıktan ödü kopmak, yalnız kalmak istememek, yalnız kalınca sırf evde ses olsun diye zappidi zoppidi şeyler bile dinlemek, duşta akan suyun sesine bayılmak ve yalnız olmadığını hissetmek, güzel eve karşın sikkolata hissetmek, buzdolabında çürümeyi bekleyen tonla yemeği hiçe saymak, yememek, sigara ve alkolle beslenmek, çalışmaktan nefret etmek, çalışmak zorunda olmaktan tiksinmek, tatil istemek, arkadaşlarla hiç ayrılmamacasına görüşmek istemek, çemkiresi veya ağlayası gelenleri dinlemek ve onlara omuz sunmak, sonra her şeyi tersine çevirip zırıl zırıl ağlamak istemek ama ağlayamamak, dünyanın çökmesi, içe doğru sıçmak (hatta montla sıçmak), sıyırmak. Evet.

Salı, Ekim 16, 2012

ben aslında o gördüğün cool kadın değildim

Unspoken by Pacific! on Grooveshark

Bi süredir hayatım iş ve uykudan ibaret olduğundan son 3 gecedir olanlar fazla geldi sanırım bana. Baştan alalım hadi.

Cumartesi akşamı İzmir'e gidecek olan annemi otobüse bindirdim ve haftasonu için İstanbul'a gelen arkadaşımla konuştuk, arkadaşının evini tarif etti, onlara gelmemi istedi. Ok çok güzel, otobüs gelmedi, sonra onlar geldi beni aldı falan dört kişi bi masa çevresinde, alkol muhabbeti, çok güzel geçiyor evde. Kedi olduğundan allerjim azdı bi yandan, çıldırmışçasına hapşırıyorum, sümüklü sümüklü dolanıyorum ortalıkta. Oğlanlardan biri de ilgimi çekiyor deliler gibi. Meğer bizim adamla bir senedir telefonda konuşuyorlarmış ve galiba oğlan bizimkinden hoşlanıyormuş. Ben zerre renk vermedim o akşam. Gecenin sonunda iki farklı yatak opsiyonumuz vardı: Biri yatak odasındaki, diğeriyse salondaki. Payıma yatak odası düşmüştü ancak hoşuma giden oğlan salondaydı. Bi bahaneyle fırladım kalktım salona onun yanına gittim, sonra ev sahibi olan eleman geldi ve ona yatak odasına gitmesini söyledi. İçimden küfrettim, deliler gibi küfrettim. Onun üstüne de ev sahibi oğlanla bol çığırtılı seviştim. Zevk aldım mı? Hayır. Hissettiğim yegane şey acıydı. Tecavüze uğradığımı farkettim. Karşı da koyamadım. Zira baştan ben de gönüllüydüm.

Aklımda diğer oğlan vardı. Meğer onlar da benim arkadaşımla ufak tefek bi şeyler yapmışlar ancak benim aslında acı dolu olan ama onlara göre zevkten çıkan seslerim yüzünden donları toplayıp uyumuşlar falan.

Ertesi sabah hoşuma giden elemanla ilk uyananlardık. Mutfağa geçtik, sohbet ettik uzun uzun. Öyle havadan sudan şeyler. Laf arasında bana komplimanlarda bulunmayı da ihmal etmedi. Topuklarım götüme vuruyordu resmen sevinçten. Ama yine renk vermedim.

Sonra elemanla beraber çıktık evden, otobüse bindik, benim eve yaklaşınca numaraları değiştik, vedalaştık ayrıldık. O gün bugündür aklımda elemandan başka hiçbi şey yok. Yok. Olması gerekiyor ama yok. Neden mi? Çünkü Pazar öğlen eve geldikten yaklaşık yarım saat sonra babaannemin ölüm haberini aldım. Yok, öyle babaanneme bayılan bi insan olmadım hiçbi zaman, sevmezdim hatta. Ancak o babamın annesiydi ve babamın ne durumda olduğunu tahmin bile edemiyordum. İzmir'den gelen arkadaşıma haber verdim, öğleden sonra onunla İzmir'e gidecektim. Gece yarısına doğru İzmir'e vardığımızda bi başka arkadaşım geçtim. ertesi sabah apar topar evime gittim.

Annemin dediğine göre babaannem uyuyo gibiymiş. Normalde ölü gibi uyuduğundan olmasın sakın? Uyur gibi ölür mü insan yahu? Ölü gibi uyur sadece, yorgundur, miskindir, tembeldir, uykuyu seviyodur, ölü gibi uyur.

Namazdı, defindi, babam yerle yeksandı derken akşamı ettik. Aklım sürekli babamda. Ayağa kalktığında bile "Sen otur dinlen baba ben yaparım." diye etrafında dört dönüyorum. Çünkü aklım babamda.

Bu sabah erkenden evden çıkıp İstanbul'a döndüm. Aklım hala babamda. Bi de benim oğlanda. Konuştuk ettik bu akşam yine dün akşamki gibi, yine benim çabalarımla, ama sanki olmayası bi işmiş gibi geliyor. Tanımak istiyorum adamı. Harbiden hoşuma gitti sakin mizacı, sessiz yapısı. Galiba hayatımda ilk defa janjanları olmayan bi erkekten bu kadar etkilendim. Adam piç değil, bu bariz. Benim olmalı fıstık! Üstüne binip kırb... öhm, ayıp şeyler bunlar. Ama olmalı, o ayrı :)

Şayet dedesinin yanına gitmezlerse haftasonu haber verecek de buluşacağız. Giderlerse bayram sonrasına kalacak dediğine göre. Ama bence tekrar aramamalıyım, bundan sonra mesaj atmamalıyım. O benimle iletişime geçmeli dilerse. Zira yeterince açtım kendimi, tanımayı istediğime varana dek söyledim. Karşılığı yoktu en azından o anda. Şayet ben bilmiyorsam da karşılığı varsa da belli edecektir zaten. "Ne bir telefon, ne bir mesaj geldi senden çişlibülük yarim." durumu olursa da yapacak bi şey yok, her zamanki gibi götümü avuçlayıp oturcam demektir.

Neye çok heveslensem elimde patlıyo lan! Bu sefer düzgün olmalı, öyle istiyorum. Öyle hissetmek istiyorum. Güzel olsun, zira ben mutlu olmayı hak ediyorum. Benim mutluluk tanımımda yalnızlığa yer yok. Mutluluğun yolu "o insan"dan geçiyor bende. "O insan" bu oğlan olsun, bu oğlan "o insan" olsun. Hay hay, buyursun gelsin falan hatta.

"Gönlüm isterse gelirim,
Bitmeyen aşkla sevişirim.
Seyret bak uçurum dağından,
Dümdüzdür vadim.
Ruhum isterse gezinirim,
Dipsiz uçurumlarda.
Aşk düzlükte yaşanıyor,
Düzlük tek aşkta."

Perşembe, Ekim 11, 2012

nerdy, flirty & dirty

Depolarini ve ofislerini kiralamak suretiyle musterisi oldugumuz bi firma var. Bu firmada calisan, 30 yasinda, kayisi koparmis, cin gibi bi adam var. Kendi capimizda yari arkadas yari flirt havasinda bi interactionimiz var. Her gun mutlaka telefonlasiyoruz ve birlikte takilma planlari yapiyoruz falan.

Ancak her nasilsa mutlaka bi engel bi sey cikiyor onumuze. Misal bu sabah servise bindigim duraga gittigimde o aradi. Guya gece bu taraftaymis, yol ustu beni alacakmis. Tamam dedim.

O geldiginde coktan kalabaliklasmistik. Ve ben ayrilip onun arabasina binemedim. That awkward minute of silence yasandi ve o an orasi haric her yerde olabilirdim, sorun degildi, ancak orada olmamaliydim. Cunku diger bekleyenleri birakip onun arabasina gidemedim. Aklina neler gelmistir kim bilir. Beyaz-mavi yaka muhabbeti yaptigimi dusunuyor bile olabilir. Ancak gercek su ki bizim ofisteki bi hatun da oradaydi ve zaten benim elemanla olan samimiyetimle dalga geciyor her firsatta. Art niyet degil, eglence maksatli.

Oysa ki o arabaya binmeliydim. Onla birlikte zaman gecirmis olacaktik. Hem ne var, yolunun ustuyse arkadaslar birbirlerini ise goturebilirler aslinda. Neyi bu kadar sik eleyip ince dokudum ki? Niye?

O arabaya binmeliydim.

Published with Blogger-droid v2.0.9

Salı, Ekim 09, 2012

kodugumunun is dunyasi

Canlar cigerler ve kuzu sarmalari,

Kazandigim uc kurusa karsilik gunde 15 saat calistigimdan buralari doldurmaya zaman bulamiyorum. Gece 11de eve gidince fukara sumugu gibi yayiliyorum anca. Fakat ve ancak burasi hep aklimda. Cunku surekli yazacak malzeme cikiyor, ama zamansizlik ve imkansizlik yazmami engelliyor.

En kisa zamanda uzun uzadiya yazabilmek, blogla hasret giderebilmek dilegiyle.

Sizi seven Gunluk

Published with Blogger-droid v2.0.9

Pazartesi, Ağustos 13, 2012

istanbul'a kezban, hayata kaşar

Bicycle by Memory Tapes on Grooveshark

Evet canlar ciğerleeer, sonunda taşındım İstanbul'a. Hatta üç hafta falan oluyor :) Yok, netim geç bağlandığından yazmakta gecikiyor değilim, hatta taşındıktan iki gün sonra netim bağlandı. Lakin, yirmi dört saat bana yetmez oldu a dostlar! Elbette göt yaydığım saatler de çok, ancak kendime ayırabildiğim yegane zaman o.

Her sabah 6:20de uyanıp kahvaltımı ediyorum, traştı tuvaletti diş fırçala ve giyin derken saat 7:20 oluyor ve kendimi asansörün önünde buluyorum. Asansör beklemekten nefret ettiğimden hiç bahsetmiş miydim?

7:30da servise binip işe gidiyorum. Servisteki diğer elemanlar tırt açıkçası, hiçbiriyle sohbet edemedim bugüne kadar. Kimseyi aşağılamak istemem, ama futbol ve karı-kız konuları beni açmıyor beyler. Adam gibi şeyler konuşun, ben de fikrimi belirteyim falan insan gibi sohbet edelim di mi? Ama yok işte.

Serviste oturduğum yer belli, tek koltuktayım. Yandaki ikilide gidip gelen bi eleman var. Arkadaş insan her uykusunda mı erekte olur? Gözüme gözüme sokuyo resmen pezevenk! Her sabah aynı terane. Ofise ulaşana kadar gözlerimi kırpamıyorum deli gibi uykum olmasına rağmen! Her sabah böyle. Bi yandan da çaktırmıyorum kimseye falan. Hayat çok zor!

Neyse efem, akşam oluyor eve geliyoruz. Bulaşıkları yıka Günlük, yemek yap Günlük, yemek ye Günlük, yıkanacak çamaşırın varsa onları makineye at Günlük, ertesi gün giyeceklerini ütüle Günlük, evi temizle Günlük, ebenin şamandırası Günlük! Ben de insanım be! Dünyaya Isaura olarak gelmek isteseydim Brezilya'da falan doğardım arkadaşım, göt yaymak gibi bi alışkanlık kanımda varmış ki Türk olarak doğmuşum, niye zorluyosun?

Hele ki o ütü yapmak! TAN-RIM! Bu sıcakta afedersin de deli mi öptü beni? Gömlekler niye illa ütülenmek zorunda? Babam böyle pasta yapm... I-ıh devam edemicem!

Velhasıl kelam, İstanbul'a geldim. Ancak gezip İstanbul'un tadına varmak şöyle dursun, işlerimi bile biriktirir oldum "Hıı, şurayı şurayı tek minibüsle hallederim, burası için şurdan dolmuş şart." diye ev ekonomisi yaparken. Gırtlağıma kadar borç batağındayım. Ev dediğin öyle kolay kurulmuyomuş cano. Dahası, faturalar gelecek yakın bi zamanda, ben yurt dışına çıkıyorum bi süreliğine, kira gelecek, aidat gelecek, ben ne bok yiyecem? Uçan kuş, selam! Sana da borcum vardır eminim. Tepeme sıç da ödeşelim.

Evimi çekip çevirerek yuva olmaya elverişli hale getirmek için çokça planım var. O Ikea kataloglarıdır içimin yağlarını eriten. Tabi hala daha beğenilen modeli marangoza yaptırma taraftarıyım; ancak Ikea hiç olmazsa faizli taksitlerle de sikebiliyor cüzdanlarımızı eğer çok istersek. Selam olsun sana İsveç sıçmığı, dandik malzemeden yapılmış mobilyaları fahiş fiyattan bize kakaladığın için! Luvz ya babe, kiss you miss you piss you.

Nerden baksan iki bin kişinin yaşadığı koca sitede tek bir gay olmaması da ayrı bi unsur sevgili insan. Ben varım, evet bi tek ben varım. Ha bi de bugün bi pasife daha rastladım. Ancak sen de biliyosun ki amacım arkadaş edinmek falan değil. Gelgelelim, sike sike arkadaş olucaz. Artık beraber balkonda oturur havuza girip çıkanları keseriz kahvelerimi içerken, napalım, Allah baba böyle yaratmış :(

Şu bahsini ettiğim eğlenceli gay ansiklopedisi ile ilgili kafamda çokça fikir var hala. Ancak pratiğe dökecek zamanım yok gibi şu aralar. Misal şu an saat 12:20 (gece yarısını biraz geçe) ve benim çoktaan uykuya dalmış olmam gerekiyodu aslında. Bu sebepten zorunlu olarak zıplıyorum yatağıma cano.

Öpürük (yeah beybe)

PS: Seks yapmanın saymakla bitmeyen yararlarından biri de cilde getirdiği ışıltı şüphesiz ki. Bu yüzden bi arkadaşımla sekse "facial care" adını taktık. Ve ben aylar sonra bugün facial care yaptım. Cildimdeki ışıltının yarın ofiste fark edilmesini umuyorum. Islak ve cortlaklı bi öpürük.

PS2: İzmir'i çok özlüyorum. Eğer İzmir'deysen, Konak-KSK vapurunda bindiğinde benim için de körfezi seyret, olur mu Ayraçsever? :'(

Pazartesi, Temmuz 16, 2012

hayat çok zor

Antonio (Designer Drugs Remix) by Annie on Grooveshark

Yaz geldi diye gevşedi götlerimizin yayları sevgili blogger. Bi rehavet çöktü hepimizin üstüne, ölü toprağı misali. Atmak lazım onu. Di?

Aslına bakarsan gayet sikko bi ruh halindeyim. Bu kadar eğlenceli bi kişilik gibi yansıyor olabilirim; ama adamın değil, depresyonun dibiyim. İşsizlik bi yandan savuruyo tokatları, bi yandan 27 yaşına gelip hala aileyle yaşıyor oluşum ve bunun getirdiği belli başlı sıkıntılar. Bunun yanında gündelik hayata dair sinir ve tahammül sınırlarımı zorlayan ufak tefek şeyler, ki küçümsememek lazım bence. Tamam ben ruh hastası olabilirim, ama insanlar da genel olarak son derece vurdumduymaz.

En samimi dostlarıma bile yansıtmıyorum şu ara köklerini salmış olan bu meymenetsiz ruh halimi. Yıllar yılı beni çektiler zaten. Daha fazla böyle bi yük taşıtmak istemiyorum onlara. Bu yüzden sıkıntılarımı onlara anlatmamaya çalışıyorum.

Gelgelelim tüm gün dört duvarın arasında kafayı yiyorum. Klimayı en son ne zaman kapatıp dinlendirdiğimi hatırlamıyorum mesela. 7/24 seks işçisi gibi çalıştırıyorum aleti. Günün birinde tepemde patlarsa şaşırmam, cayır cayır yanarım sadece.

İşsizlik çok kötü gerçekten. Hem evden dışarı çıkamıyo insan parasızlıktan, hem bi yandan vadesi gelen borçlar büyüyo insanın gözünde, kaynak olmadığı için. Hem de sikko lan! İşsizsin, düşünsene! Sikko, çok sikko!

Ev içinde onu neden oraya koydun, bu neden burda gibi sorular sormaya başladım artık. Yok abi, kendi düzenimin hakim olduğu bi ev lazım bana, yapamıyorum ben öyle aileyle falan. Misal geçim derdinden ev arkadaşı da edinmem lazım işe girip eve çıkınca ama benimkinden farklı alışkanlıkları olan biriyle aynı evi çekip çevirmeye çalışmak çok gözümde büyüyo. Tahammül kabiliyetimi yitirdim sanırım.

Mesela arkadaşım o kokar bamya çükünü donundan çıkarıp klozete işeyeceksen bi zahmet o kapağı kaldır! Sağa sola sıçrıyo ediyo ondan sonra yiyosa otur da işini gör!

Toplu taşıma araçlarında telefonlarını son ses öttürenler var bi de. Kıs sesini yahu, titreşime al ve götüne sok. Biri aradığında illa ki duyarsın! Bunun bi de bağıra bağıra konuşan versiyonu var. Bana ayrılan oksijeni tüketiyosunuz yer yemeyesiceler!

İnsan akışının yüksek olduğu noktalarda ağır ağır ve yayılarak yürüyüp beni delirten insanlar var mesela. Hayırdır? Sayfiye gezmesine mi çıktın uyuşuk kaltak? Elimin tersiye iki tane geçirmek yerine sağlam bi omuz atıp yere düşürdükten sonra hızla uzaklaşmak istiyorum olay mahallinden, ama yapamıyorum. Her yer mobese kaynıyo çünkü :(

Bunun bi de yolda arkadaşıyla yürürken ona cevap verebilmek için yolun orta yerinde durup düşünen versiyonu var ki onlara arkadan yaklaşıp iki elimi tokat atarcasına savurup kafasını kulaklardan sıkıştırasım var. O ani darbeyle eminim kulak zarları falan yırtılır zaten. Al sana al sana! :D

Neyse, kompozisyonu keseyim bence. Daha samimi şeylerden bahsedelim sevgili izlek. Misal, pişman mıyım? Asla. Güzelleştim yasla asdfghjklşi

İnsan zamanında kendi sorumluluğunda olan şeyler için sonradan başkasını suçlamamalı mesela. Bu yüzden içim son derece rahat. Aklıma gelmişken eklemek istedim bunu :)

Üzerinde bolca düşündüğüm yeni bi blog projesi var. Okuyanı eğlendiren bi havası olsun istiyorum, burdaki gibi böyle iç dökmeler dişi yakarışlar falan değil, daha çok güldüren bi şey olsun falan. Üj bej şekilli aslında aklımda, ama henüz ekrana dökülebilecek düzeyde değil. Yine Günlük Ayracı olarak yazıcam.

Günlük Ayracı'nın arka planı ve renkleriyle ilgili bi şikayet aldım yakın zamanda, gözleri yoruyormuş okurken. Katılıyor musun sen buna? Zira ona göre yeni görseller tasarlıcam. Ve düşündüğüm yeni görüntü eskisi gibi renkli olması yönünde. Tek fark, daha üç boyutlu, aslında gözün daha güzel amına koyan bi şey olması :D Ama daha eğlenceli olacağına inanıyorum. Bilemedim şimdi napıyım, fikir ver ey okur.

Sözlerime burada son verirken Gullüm Show'un Azize'sine kocaman selamlar ederim. Hemşireler zaten kırıp geçiriyodu ama Azize daha bi içten, daha bi bizden sanki. Yeni bölümleri bekliyorum harıl harıl.

"Ne güzel yerler, ne güzel yerler."

Cuma, Temmuz 13, 2012

mini mini bir gay donmuştu, tencereme konmuştu

Amerimacka (Feat Notch) by Thievery Corporation on Grooveshark

Merhabalar, saygılar, sevgiler.

Son posttan bu yana güzel gelişmeler olduğu gibi nötr ve olumsuzlar da oldu. Hangilerinden hangi sırada bahsedeceğim, bilmiyorum aslında. Gelişine vurucaz yine :)

Yakın bir gelecekte İstanbul'a taşınmam çok olası gibi. Bulduğum bi işe girebilmek için kastırıyorum şu aralar, zira güzel bi pozisyon. Maaş başlangıç için sıkıntı çektirecek bana belli bi süre sanırım, ama yine de keyif alarak yaşayacağım gibime geliyor.

Efendim, şu son İstanbul ziyaretimde sekiz yıldır tanıdığım ve beni bilmediğini sandığım hetero ve dişi bi arkadaşımın evinde kaldım üç gece boyunca. Hatun evde dişi ve yine hetero kuzeniyle yaşıyo. Kuzen dişisinin sevgilisi var bi yandan onla buluşuyo sık sık falan benim dişi arkadaşla çok sık bir arada zaman geçirmiyorlar.

Günlerden Cumartesi, hatunlar süslenip püslenmiş, Taksim yapılacak. "Ehuhu iyi hadi bakalım." diyerek gece 11de Taksim'in yolunu tuttum. Gittim. İlk başta kuzen dişisinin yine hetero ve erkek olan kardeşi ile onun yakın bi arkadaşıyla tanıştırıldım. İyi hoş güzel, İngiltere muhabbetleri de dönüyor ufaktan falan. Tünel'de bi mekana gittik, arkadaşları varmış orda. Biri erkek diğeri dişi iki kişi karşımda duruyor böyle. Oğlan tuvaletten yeni dönmüş, elleri de ıslak falan ve son derece hoş. Son son son derece hoş. Öyle gym kuşlarına benzemiyor hani sixpack bekleyenler için diyorum; tam istediğim kıvamda, ele gelen hatlara sahip ;)

Önceleri sevgili sanmıştım onları, hatunun elemana son derece intimate derecede yakın davranmasından mütevellit, çocuğun üstüne ardılmalar etmeler... Zira ben güya çaktırmadan oğlanı kesip bıyık burarken hatunun dik dik bana baktığını farkettim bi ara. Ama ne bakmak... Gözlerini dikmiş, asabi asabi fırlatıyor abla bakışları. Tırstım, "Olm Günlük, seni bilmeyen ve tolere olup olmadıklarını bile bilmediğin insanların arasındasın, rezil olcan şimdi." dedim kendime ve toparlandım. Ama aklım oğlanda tabi.

Sonra başka bi mekana geçtik orası çok sıcak olduğundan. Teras kat, havadar, Haliç dibimizde falan... Orada oğlanı yine kesmeye devam ettim ama aramızda sadece bir kişi oturduğundan ters açıdaydık çok kesmek kesişmek için. Bi ara Djarum'undan istedim, verdi falan. Ve farkettim ki o sevgilisi sandığım hatun aslında ablasıymış. Ay Allahım, düşman başına! Öyle abla olmaz. Fesat, içten pazarlıklı, mendebur mu mendebur, yer yemeyesice!

Pençelerini takmış yavruma, bırakmıyo. Oğlan da nasıl saf görünüyo böyle, nasıl naif ama nasıl da eğlenceli bi kişilik. Şipşirin bi yüzü var böyle. Yaşıtım ayrıca. Pazuları kaslı değil ama tam ısırılası. Yüz hatları müthiş. Babyface denebilir sanırım yüzü için ama bu tip ifadeler çok da skimde değil hani. Oğlan çok hoş ama!

O geceyi öyle kapattık işte, iki dişi hetero hatunla eve döndüm. Ertesi gece arkadaşım olanla sohbet ederken aslında beni yıllardır bildiğini öğrendim ve çemkirmekte de gecikmedim "Madem biliyodun e be karı, neden yıllardır beni kıvrandırdın durdun da Ş. ve O.'un yükünü azaltmadın? Zira hayatımdaki her bi gelişmede onlara sardırıyodum "Bak bugün nooldu biliyo musun?" diyerek." diye. Hak etti bence. Ama o kahkahalar atmakla yetindi. (Hetero değil mi anacım işte anca bu kadar...). Hatun gece yatağına geçerken kafamı koridora uzatıp "Ha bu arada. E. çok tatlı yauu ehe." dedim, sırıttı böyle pis pis.

Bi ertesi akşam İzmir'e dönmek üzere yola çıkmadan önce yemek üstü muhabbet ediyoduk. Bi ara "E'ye benzetiyoruz biz seni Günlük yaa. Tepkileriniz, duruşunuz, konuşma tarzınız çok benziyo." dedi hatunlar. "Çok da tatlı çocukmuş E. ehu." dedim artık, ne diyeyim. Şirret ablasından konuştuk kısaca. Ama lafı döndürüp dolaştırıp "E. ne tatlı çocukmuş öyle yauu."ya getirdim ben. E.'den hoşlandığımdan son derece eminler yani artık.

Bi kaç gün sonra Ş. ile konuştuğumda şu sekiz yıldır tanıdığım hatunun o gece Ş.'de kaldığını öğrendim, "Günlük E.'ye aşık oldu ehe." yapmış böyle. Ş. de bana soruyo "Aylardır boştaydın bebeyims sen, nooldu böyle?" diye. Anlattım ben de böyle böyle diye. Sonradan öğrendim ki evinde kaldığım G.'in kuzeni hatun Y., erkek arkadaşını E.'den kıskanıyomuş ve onun da gay olmasından şüpheleniyomuş. Çünkü E. sürekli oğlana asılıp duruyomuş. Sanırım sırf erkek arkadaşını koruma altına(!) almak için oğlanı bana push edicek. İşime gelir bebeyims diyorum tabi de öyle "İki sevişip bi öpüşelim, sonra herkes kendine yeni birini arasın." diyemiyorum E. için. Bariz hoşuma gitti aylar sonra birisi.

Aylar diyorum da, neredeyse senesi oluyor. Geçmişime baktığımda birbirinin peşisıra hayatıma girip çıkan insanlar olduğundan bu ara uzun geliyor bana. Ama o eski günleri de özlemiyorum. Tek başıma daha iyiyim abi ben. Yalnızlığımın bana verdiği hazzı kimsenin mahvetmesine izin vermem.

Şu işi kıstırsam da benden başkasını düşünmeseler bile işe almak için. İstediğim semtte istediğim özelliklerde bi ev denk getirsem de eşyalarımı alsam dayasam döşesem, üstüne bi de E. benim olsa, negzel olurdu hayat, di mi?

Pazar, Haziran 24, 2012

Haydi gayler fabrikaya

Faint by Linkin Park on Grooveshark 

Bu sefer o kadar yılgınım ki, yazasım bile yok. Hani durup durup aklıma tonla şey geliyo yazacak, ama sonra osuruk gibi havaya karışıp gidiyo ne varsa, ne yoksa.

Evet, o dediğim piç oldum ben. Hissettirmeden altından girip üstünden çıkarak yoğun sempati uyandırabiliyorum bazılarında. Bunu kasıtlı yaptığım insanlar da var, yanında doğal davranmama rağmen tavırlarımı beğenen insanlar da. Ancak dediğim gibi, bunla beraber armudun sapı, üzümünse çöpü var.

30 yaşıma kadar ilişki falan istemiyorum ben arkadaş. Son 1,5 sene içinde olanlar yıpratmış beni. Yaralarım geçti çoktan, kabuklar falan da düştü. Sadece kızıl kızıl yara izleri var, derim tazeleniyor.

Ancak, benim hala zamana ihtiyacım var birine güvenebilmem için.

Karşıma çıkan herkese taktığım koca koca kulplar var. "Bunun şusu kötü, bunun busu kötü." diye. Hani eskiden hoşuma giden adamların olumlu yönlerine odaklanır kalırdım da sıkıntılarını görmezden gelirdim de sonra canım burnumdan çıkardı ya, hah işte o tersine döndü şimdi. Bu factlerin dengede duracağı zamanlar da gelir belki, o zaman karşıma çıkan birini fazla deşmeden, yaftalamadan, abartmadan sevebilirim belki. Veya belki de insan 7sinde neyse 70inde odur. Belki iki gün sonra karşıma biri çıkacak, aklımı başımdan alacak (hı hı tabi) ve ben bu tükürdüklerimi yalıycam. Var mı ki öyle bi dünya?

İdeal erkek...

Benden uzun olsun, ki başımı kaldırıp bakabileyim ona. Kamburum çıktı artık benden daha kısa erkekler yüzünden. (No offence at all.)

Sikspeki değil göbeği olsun, ki gece yanında uyurken bi elimle sımsıkı kavrayıp güvenle uyuyabileyim. Elime gelsin de tutabileyim ki gece beni bırakıp gitmeyeceğinden emin olabileyim.

Yüzü güzel olsun, ki her baktığımda içimin yağları erisin gitsin. Huzuru bulabileyim onun bi bakışında, bi gülüşünde.

Dışarı çıkınca gözü felfecir okumasın. Benim olsun. Sadece benim.

Sinirlediğimde beni alttan alabilsin. Güçsüz hissettiğimde şikayet etmeden taşıyabilsin. Güçsüz hissettiğinde kendini kollarıma güvenle bırakabilsin.

Hayattan zevk almayı bilsin. Öküz timsali bi mühendis veya ot gibi yaşayan bi doktor olmasın misal. Ama kariyeri olsun. Paralarımızı birleştirip Voltran yapabilelim canımız sıkıldığında.

Arkadaş çevremi, ailemle ilişkilerimi sorgulamasın. Sorgulanacak sosyal ilişkileri olmasın.

Yatakta kütük gibi yatmasın. Erken boşalmasın. Tatmin etmenin ve tatmin olmanın ne demek olduğunu bilsin.

Hayatı planlı ve programlı yaşayabilelim birlikte, kimseyi sıkmadan ve üzmeden. Ancak kafamıza estiğinde sırt çantalarımızı alıp bi yere kaçabilelim de. Çimlere oturup bira içmekten de keyif alabilelim, "Suit up!" yapıp Kuğu Gölü balesi'ni izlerken de.

İşten çıktıktan sonra geldiğim yerin sıcak yuvam olduğunu hissettirsin bana. Sevgilimin evi, bekar evi, garsoniyer olmasın o ev, yuva olsun.

İsteklerim saymakla bitmez, ki ara ara zaten yine yazıcam bunları ve hatta daha fazlasını. Böyle bi adama ulaşmam ne denli mümkün, ben de bilmiyorum. Ama önümde yalnız geçirmem gerektiğine inandığım 3 yıl 3 ayım var. Üç yıl üç ay! 39 ay! 169 hafta! 1186 gün! Şafak sayar gibi bunu sayamam elbette. Ama çok zor be hayallerimin erkeği. Her şeyden önce sen yıllar önce birinci gelen sperm olacaksın, dünyaya geleceksin, gay olduğunu anlayacak ve kabulleneceksin, sonra yollarımız kesişecek de, karşılıklı o elektriği alıp vericez de, flirt edicez de, birbirimizi şişirip şişirip oturucaz da, sonra olmadık bi anda patlayıp deliler gibi sevişicez de, ilişkiye başlıycaz da, gece gündüz öpüşücez de. De de de...

Sahi, sen ihtimal veriyo musun buna?

Çarşamba, Haziran 13, 2012

başlıksız

Hayır, bu sefer şarkı markı yok. Sessizliğin içinde okuyacaksın yazımı.

Neden üzülen, sıkılan ben oluyorum hep? İyi niyetle yaklaşsam da bu böyle, art niyetle yaklaşsam da. Duygularımı kontrol edemiyor muyum? Düşüncelerim çok mu hastalıklı? Neden böyle?

Aldatılmak ne berbat bi hismiş yahu. Hele bunu ayrıldıktan aylar sonra öğrenmek daha betermiş. Hala geçmedi galiba sinirim. Ki öğrendikten, emin olduktan sonra tonla satır döktürdüm ve ulaştırdım ilgili orospu çocuğuna, ama hala sinirliyim. Hala olayı düşünürken yakalıyorum kendimi orda burda. Hani keşke denk gelse böyle yolda falan da kafa göz dalsam, hıncımı çıkarsam bi. "Sen kim olduğunu sanıyorsun ki beni aldatıyorsun? Üstüne bi de beni defalarca aldattıktan sonra güya benim değerimi anlıyorsun. Kimsin sen?" diye çemkiriği salıp tekmelerimi, tokatlarımı, yumruklarımı savursam. Kıçının başının kanlar içinde kaldığını görsem bi, sonra da "Götün yiyosa polise git şikayet et, bu sefer komalık ederim seni." diye tehdidi de savurduktan sonra karnına doğru sağlam bi tekme daha atıp olay mahallinden uzaklaşsam. İnsanlar kolundan tutup yardım etmek bi yana, ona tükürüp öyle geçseler yanından, falan, dünya ne güzel olurdu.

İstemiyorum aslında kimseyi. Nasılsa ya aldatacak, ya ilgisi bitecek, ya sıkılacak, ya da anasının amı olacak ve benden uzaklaşacak. Yine göt gibi ben kalcam ortada. Ne gerek var, di mi?

Hormonlarım yüzünden çok zor zamanlar yaşıyorum. Neredeyse 7/24 ereksiyon halindeyim, ve bu durum hiç hoşuma gitmiyor.

Son günlerde bayağı alınganım ben ya. Biri höt dese ben göt anlıyorum. Sürekli savunma halindeyim. Duvarlarım daha da yükseldi. Kimsenin içimi görmesini istemiyorum. Birileri gelsin, beni sarsın sarmalasın, hiç bırakmamacasına sıcaklığını ve kokusunu salsın üzerime, güven, sadakat ve inançla beslesin beni istiyorum. Ama yok öyle biri. Neden? Çünkü armudun sapı, üzümün çöpü var.

Kimseyi kendime yaklaştırmamaya çalışıyorum. Yakınında durmak istediklerimse elinin tersiyle itiyor beni. Köpek gibi hissediyorum bu sefer, harbiden.

Bi süredir son derece piçim, huysuzum, altından girip üstünden çıkıp ikna edenim, mıymıntıyım, kandıranım, uyuzum, yalancıyım. Ve asıl tehlikeli olan: Bu durum beni zerre rahatsız etmiyor.

Salı, Haziran 05, 2012

unravel (müstehcenayzd kontent)

bir melek vardı by model on Grooveshark

Neyin kafasını yaşadığımı hala sorguluyorum, ama herhangi bi cevap bulamıyorum. Hormonlarımın esiri gibiyim, s*kimin dikine gidiyorum her fırsatta.

Bi süredir yazıştığımız elemanla geçtiğimiz hafta sonu yüzyüze gelmeye karar verdik. Geldik de. Bence gayet iyi gibiydi en başta. Bi kaç saat sonra arkadaşlarımla tanıştırdım. İlk başta gerisin geri kaçar gibiydi mood olarak. Sonradan bu bi açıldı, kabak çiçeği gibi, ow şeth! Travesti ağızları mı istersin, yoksa yüksek sesle konuşmalar ve şarkı söylemeler mi? Neyse alkoldür dedim geçtim. Gece bi kaç bi şey oldu tabi falan (neyse), ertesi öğlen uyanıp hazırlandık, evden çıktık. Kahvaltı etmeye indik aşağı. Ben mekana bakıyorum, o ise yolu görüyo. Görmek ne kelime? Geleni geçeni kesti durdu, benim yanımda, bi yandan benim için ölüp bittiğini belirten ifadeler takınırken. Biri perhiz mi dedi? Lahana turşusu mu?

Her neyse. Cumartesi gündüz trendeyim, İzmir'e geliyorum. Çaprazımda benim yaşlarımda bi eleman gözleri dikmiş bana bakıyo. Kıllandırmak için olduğum yerden kalkıp yanına oturdum. Canına minnetmiş oğlanın meğer. Bi şey böyle gözüme gözüme batıyo ama. Arkadaş malı kaldırmış, kasıp kasıp salıyo. Sola doğru da yatırmış bi de. Gözüme takıldı bi kere, ayırır mıyım gözlerimi? Asla. Eleman tam da pipisinin üst tarafına koyduğu çukubarı uzattı bana ister misin babında, teşekkür edip geri çevirdim. Ama bakmaya devam ettim. Bi ara baktım okşamaya başladı bu. O da yetmedi, sıvazlıyo ediyo karşımda. İçim gidiyo tabi (Evet, görsel olarak ziyadesiyle tatmin ediciydi.). Sonra eleman iyice zıvanadan çıkıp düğmelerinden ikisini açtı, iç çamaşırının da düğmelerini açtı, saldı ortalığa. Allah Allah! O ne arkadaş ya? Hele ki, benim gibi libidosu donunu tumanını aşmış bi adama yapılır mı bu? Yapılmamalıydı!

Trenden inince telefonunu istedim oğlanın. Yok dedi. Nasıl ya dedim. İstemiyorum ben dedi. "Ulan o zaman ne karşımda sıvazladın durdun 1,5 saat boyunca, niye çıkardın saldın ortalığa? Manyak mısın sen?" dedim. "Şakaydı, ehe." dedi kaçtı gitti. Bakakaldım böyle mal gibi. Ne olup bittiğini anlamaya çalıştım. Şanslı masa gibi şanslı koltuk falan mıydı lan yoksa o? Oha! Noluyo arkadaş?

İlişki falan istemiyorum ben, karar verdim buna sonunda. Bi 30 yaşıma kadar kandili söndürdüğüm yerin bi önemi olmayacak benim için. Önemsediğimi farkettiğim anca kaçıcam. İstemiyorum kimseyi. "Sevgili = dert yükü" olmuş benim için meğer.

İlk ağızdan çok güzel gerçekler öğrendim yine geçtiğimiz hafta sonu. Hani şu ben askerdeyken aramayan, sormayan, aradığımda telefona çıkmayan bi sevgilim vardı ya. Bodrum'da beni boynuzlamış. Galiba defalarca yapmış bunu. Kendi ne yeminler edip "Yok öyle bi şey, valla yapmadım." diyodu. Ama hiçbi zaman inanamamıştım ona. Boşuna değilmiş. İnsan hissediyo, harbiden.

Öyle işte. Sikerler!

Öpürcek.

Pazartesi, Mayıs 28, 2012

motorizasyon, polarizasyon, imünizasyon, komünikasyon, ereksiyon, televizyon


Pek hareketli geçmeye başladı zaman. Ben ivmeyi verdikçe coşuyo, celalleniyo zaman zaman, çağlıyo.

Bundan altı ay önce falandı. Sevgilimden yeni ayrılmıştım, internet üzerinden birileri ile tanışıp dışarıda sosyalleşmek çabasındaydım. Amacım belli: Yeni gaylerle tanışmak ve sohbet etmek. Ne cinsellik, ne de duygusal temalar üzerine kuruluydu niyetim.

O dönemde tanıştığım biri vardı. İşinde gücünde, hayatını belli bi rotaya oturtmaya başlamış biri. Yaşça biraz büyük benden. Görüşelim edelim derken denk getirememiştik bi türlü. Sonra sevgili edindiğini söylemişti (köpek edinir gibi, sevgili edinmek, evde besleyip büyütmek, sorunlarıyla ilgilenmek, coştuğunda sokağa çıkarıp enerjisini almak vs). Ben de haliyle elimi eteğimi çekmiştim kendisinden. Zira bir araya geldiğimizde sevişmek gibi ilginç (!) bi fikir bile doğmuştu. Öyle kuduruk hallerde değil, sakin sakin yiyeceğimiz haltı yiyelim, sonra da mekanlarda birlikte boy gösterelim ama çift mantığında değil; arkadaş olarak. Bi nevi friends with benefits.

Neyse, geçtiğimiz Çarşamba o nihai günü denk getirebildik. İş çıkışı bi kaç alışveriş yaptıktan sonra evine geçtik. Harika bi köpeği var ve sanırım bana aşık oldu. Köpeğin oturarak bana bakarken erekte olduğunu farkettim defalarca. Evin içinde kıçımın dibinden ayrılmıyo, okşatmak bahanesiyle bana sokulup diz kapağımın iç kısmına salyalarını bırakıyo falan. Fena sevimli köpekti ama, gece boyu sarıldım okşadım böyle sert sert :)

Şaraplarımızı içtik, Adele konser DVDsi izledik, ışık oldukça loştu. Gece boyu sohbet ettik. Sanırım pamuk ipliğine bağlı ilişkisi görünürde hala devam ettiğinden olsa gerek, aramızdaki bariz çekime rağmen kimse kimseye ilişmedi. Gece o kendi yatağına geçti, bense kanepeye bırakılmış bi yastık ve nevresime gömüldüm.

Sabah kahve kokusuyla uyandım. Sohbet ve sigarayla kahvemizi yudumladıktan sonra evden çıktık. Haftasonu gerçekleşecek bi etkinlik için davet ettim, duruma göre bakacağını söyledi. Eyvallah. Akşamüstü son bi durum update'i babında bi mesaj daha attım, ertesi gün Alsancak'ta, Asansör'de veya Bostanlı'da erken saatlerde buluşup etkinlik öncesi birlikte zaman geçirebileceğimize dair. Bitmek üzere olsa bile bi ilişkisi olduğunun farkında olduğumu, bu yüzden eğer çok üstüne gidiyosam kusura bakmamasını söyledim. Saatler sonra gelen cevapla şok oldum.

"Cuma'dan itibaren Pazar akşamına kadar yoğun olacağım. Ben sana SMS göndermedikçe sen yazmazsan sevinirim."

Elimde telefon, kalakaldım. Bi on dakika kadar sonra ikinci mesaj geldi:

"Şimdi tekrar okudum da, ilk mesaj biraz sert olmuş sanırım. Niyetim bu değildi. Özür dilerim."

diye. Ama biri bi şey dese ağlıycam böyle. Gururumun incindiğini hissettim o an. Hani köpekler sadıktır, sahibinin çevresinde dolanırlar ya ne olursa olsun, arsızdırlar. Kısıtlansalar ve kendilerine kızılsa bile gönül koymazlar ya sahiplerine, hah işte gönül koyan köpek gibi hissettim ben.

Bi kaç mesaj daha yazıp "Neyse" diyerek devam ettim artık. Ancak aynen onun dediği gibi, şu Pazar akşamı bitene kadar hiçbi mesaj atmadım. Devamında da atacağımı sanmıyorum. Canı isterse kendi iletişime geçsin benle. İstemezse de herhangi bi kaybım yok, köpeğiyle oynamak dışında.

Günlerden Cuma, etkinliğin yapıldığı mekanın açılmasına son üç saat kala davet ettiğim bi çok kişinin gelmeyeceğini öğrendim. Deliye dönmedim, üzülmedim, yalnızlığın tadına varmam gerektiğini hissettim.

Mekan açıldığında ise etkinliğe hala üç saat vardı. Bi köşede tek başıma bar taburesinde oturdum, oturdum, sigara-bira-sigara-bira-sigara-vodka&elma-sigara-vodka&elma diye devam ettim geceye. Yavaş yavaş insanlar gelmeye başladığında bi tip geldi oturdu çapraza. Karşısındaki eleman tombik ve zırıl zırıl gay, paçasından akıyo desem yeridir :) Bizim elemansa kıvırcık uzun saçlı, fit bi vücut, 195 sularında boyda, müthiş bi atlet ve gömlek giymiş esmer güzeli. Tipi yoğunlukla Onor Bumbum'a benziyo. Hatta bi ara o bile sandım. Ancak adı Can. Mekana uğrayıp geçen hetero bi çift arkadaşımdan sonra cesaretimi topladım, zira kafamda Can oldukça gay idi. Elemanın yanına gittim, sigaramı yaktırma bahanesiyle (çok klasik, biliyorum). Sigaramı yaktıktan sonra niyetimin rahatsız etmek değil tanışmak olduğunu söyledim. İsimlerimizi söyledik. Napıyosun neler ediyosun bik bik derken Amerika'dan yeni döndüğünü ve İzmirli olduğunu söyledi. Ona göre ben son derece kibar ve buralara fazlaymışım, Manhattan'da yaşamalıymışım. Amerika'ya dair pek hevesim olmadığını, Avrupa'yı daha yakın bulduğumu söylediğimde "Ya Günlük siktir et Amsterdam'ı İngiltere'yi, Manhattan diyorum ben sana. Emin ol, tek bi saniyesinden bile pişman olmayacaksın." dedi. Şaşırdım tabi. Bi de heteroymuş keensi, ona ayrı bi şaşırdım tabi. Sonra yerime geri döndüm. Şeytan dürttü, çantamdan kağıt kalem çıkarıp numaramı yazdım kısa ve şirin bi not eşliğinde. Uzattım kendisine, okuduktan sonra gülümseyip cebine koydu kağıdı. O gün bugündür bekliyorum aramasını; ararsa ekime, aramazsa dikime kadar. Öhm :)

Günlerden Cumartesi'dir, eski samimi arkadaşlardan birinin Kuşadası'nda partisi vardır, İzmir'in önde gelen kaşarize motorlarından biriyle bi etkinliğe girişmiştir falan. Gitmek istiyodum aslında baya, ama tek başıma kalmak istemedim orda. O zaman bari hiç yoktan iyidir dedik, Ka'ya gittik. Hayatımda ikinci kez gittim o mekana ve bu sefer ilk seferden farklı olarak apachi doluydu içerisi. Millet adaya akın ettiğinden Ka'da meydan çapulculara kalmıştı. "Elitim ben huh huh ayh ipimle kuşağım s*kimle t*şağım bebeyims <3" diye dolanabileceğim türden bi ortam vardı. Bu sefer tuvaletin önündeki çirkefle muhatap olmamak için her wc kullanışımda para ödedim. Pişman mıyım? Hayır. Paraya yazık mı? Evet!

Derken, benle birlikte gelen arkadaşımla yanyana beklediğimiz duvar kenarındayken birini fena fena kesmeye başladım. Kesmekten daha fazlasını yapmak istiyodum, ama mekana single gelip gelmediğini bilmiyodum. Avıma odaklandım, gözlemledim, ve dikkatinin dağıldığı bi anda çevresinde dolaşarak saldırdım :) Sonuç son derece olumlu çıktı. "Günlük, bu gece mekanı biriyle terketmek istiyosan ben o adam değilim, vaktini harcamak istemem." dedi durdu yavrum, halimden anlayarak. Ben de "Eğer birlikte takılmaktan hoşnut değilsen yalnız bırakabilirim seni, inan sorun değil." dedim. "İstemesem giderim ki." dedi, "Olduğum yerde bulunmaktan ben de mutluyum." dedim ben de. Arkadaşlarıyla tanıştırdı beni. Sadece bi tanesinin adını hatırlıyorum. A, bi diğerini de. Ama bi 5 yıl öncesinden falan. O günlerde netten tanışmıştık elemanla, sonra sarmadı mı bilmem, konuşmadı etmedi benle falan. Ben de dün hiç bozuntuya vermeden sahte ismiyle tanıştım kuğl hallerde. İlki 2007 baharındaydı, ikincisi bi önceki Ka deneyimimde, üçüncüsü de bu sefer. Bu detayı da verdikten sonra arkadaşımın çıkıp gittiğini gördüm "Ben gelicem Günlük." diyerek. Beklerken sıkıntı çekmedim hani, Emre'yle gayet güzel yiyişiyoduk. Hatta bi ara çüklü ablalardan biri bize yaklaştı "Çok tatlısınız yaaa sakın bozmayın." dedi böyle sarıldı gitti. Mutlu oldum o anda, ama inceden inceye ikimize de yazıldığını hissettik Emre'yle.

Sonra, arkadaşımın telefonu kapalı, beni evde bekleyen arkadaşım çıldırmış durumda ona ulaşamadığı ve beni yalnız bıraktığı için. İlk metroyla arkadaşımın evine dönmeyi planlıyodum ki Emre kolumdan çekti "Bizle gel." dedi. Mekanı yalnız terketmeyi planlayan adam beni arkadaşına götürdü, tabi 8de uyanıp terketmek üzere. Allah ne verdiyse deyip o sarhoşluğun üstüne bi kaç bi şey yaptık, keyifliydi bence, ancak ayık olsaydık ve bulunduğumuz mekan daha iyi olsaydı çok daha güzel şeyler yaşayabilirdik. "Next time, perhaps." diyerek sarıldık uyuduk artık. Adamın teni müthiş lan! Hiç kimsenin tuzlu terini yalamaktan bu denli keyif aldığımı hatırlamıyorum ben. Hatta, bana göre ter iğrenç ve kokan bi şey. Ama Emre'ninki kokmadı öyle. Parfümünü aşıp ten kokusuna ulaştım, başımı döndürüyodu alenen (O anda başımı döndüren alkol değil, teninin kokusuydu.)

Erekte mi oldunuz lan? Daha fazla detay yazmıycam ama, ehu ehu öhö :)

Boynumda hala morluklar var. Dudaklarım ısırılmaktan acıyo, çenem de keza öyle. Üstüme sinmiş adamın kokusu böyle. Derin derin nefes alıp veriyorum sabahtan beri.

Karşınızda, Motorize Günlük!

Günlük cephesindeki son gelişmeler bunlar. Herhangi bi yöne doğru kayarsam şayet, veya eğer bambaşka bi yöne saparsam, yine burada yazarım. O güne kadar neler olup biter bilemem tabi. Bi bakmışın, yarın yepyeni ve zehir zemberek bi postla burdayım. Olur mu? Oluyo.

Özetle; keser döner, sap döner, gün gelir keser sapı sana girer. ;)

Öpürükleeer, iygünleeer :)

Salı, Mayıs 22, 2012

Bu neyin kafası? Kafası hariç...

Happy by Mishka on Grooveshark

Hani dibimizin düştüğü tonla insan sayabiliyoruz ya, özellikle cinsel deneyim yaşamadan geçen uzun sürenin sonunda bu daha da belirgin oluyo ya hani, hani tavırlarıyla hoşumuza giden bi kısım insan güruhu var ya, işte süreci kolaylaştırmanın yolunu buldum ben! İcat ettim bunu, yaptım evet! Sonunda!

Şindi efendime söyliyim, bu yerlere göklere sığdıramadığımız A kişisi de sıçıyo aslında. Dikkat buyrunuz, kaka yapmıyor, çatır çatır sıçıyor. Bi sıçtı mı yarım saat kokusu geçmiyor. Böyle ekşi, böyle kesif, böyle "neyidinsenböyle" kokusu.

Her ucuna kadar geldiğinde zart zart salıyor bu insan çevresine bakınıp kimsenin olmadığını farkettiği bi anda. Gece uyurken de çok yapıyo mesela. İnsanların arasındaysa bunu sessizce halledip rahatlamanın yolunu gözlüyor, ancak sessiz yapabilince daha beter koktuğu da bi gerçek olduğundan pırtlama sonrası ivedilikle yer değiştiriyor. Yapıyor bunu.

Aslında uğruna neleri feda ettiğimiz insanların içi bok püsür dolu lan! Burdan koyveriyo, 20 km sonra açık havayla buluşuyo, o kadar da tesirini koruyo.

Off the concept olsa da hala about the topic, o gözümüzde büyüttüğümüz insanlar da çoğunlukla bizimki kadar basit ve kısır bi hayat yaşıyo. Onun da evinde tuvalet kağıdı bitiyo da peçete neyim kullanabiliyo acil durumlarda. O da küçükken altına şarıl şarıl işedi. Hatta, o da kendini tatmin ediyo çığlıklar içinde. Sümüğü geldiğinde yeşil yeşil sümkürüyo mendile lavaboya falan. 

Bunların farkına vardıktan sonra, söyleyin bana, kimi nasıl seveyim ben?

Hepiniz sıçıyosunuz amk! :-(

Pazar, Mayıs 20, 2012

Bahtsız bedevi vs. kutup ayısı

U R So Fucked by Infected Mushroom on Grooveshark

Efem, pek çok şeyden muzdaribim ben. Bugün bunlardan bahsedeceğim kısaca.

Toplu taşıma araçlarına binen bazı "SIĞIRLAR" var, böyle bastonu kolisi çantasıyla her yeri işgal ederler. Onlara ifrit olurum ben arkadaş ya. Hayır, madem o kadar yayılacaksın, kapladığın kişi sayısı kadar bilet al, insan ol insan!

Sonra, kuyruklarda kokar nefesini ensemde, elindeki evrağı ise çatalımda hissettiren bazı manyaklar var. Kişisel alan denen kavramdan haberiniz var mı? Kuyruklarda asansörlerde toplu taşıma araçlarında ister istemez bu alan daralıyor zaten, temas neden? S*kicen mi ayaküstü amk?

İki kişilik koltuğun tek tarafında oturuyorumdur, namus abidesi bağyanın teki biner araca. Yanıma oturmak istemez erkek olduğum için. Dönüp "Ahahahayt korkma bebeyims benimki foseptiğe kalkmıyo" desem anlamıcak. E yerimden de olmak istemiyorum, zira ne yaşlı, ne hamile, ne de sakat; dipçik gibi karşımda dikiliyo. Başkalarının ezici bakışlarına rağmen başımı dik tutup cool pozlarıma bürünüyorum bi anda. Napıyım? Aynı bilete ben de para ödedim, ve ondan önce bindim o araca. Kiböptmbye böbeyim.

Ayrıca, seni yerim falan diye korkup yanıma oturmuyosun ya, ben bunu senin beni yemekten korkman şeklinde algılıyorum bi yandan. Çok lezzetliyim evet, yanıma oturma ki tadımı koruyayım. Kıps.

Bazı insanlar vardır dünyada. Sağ gösterip sol vurur onlar. Kandırıkçılık oynayıp istediklerine ulaşırlar büyük kolaylıkla. Bunu yaparken türlü taklalar atıp envai çeşit yalan söylerler.

Dertliyim, a dostlar! Şuncacık yaşımda kurudum kaldım buralarda. Yok, yalnızlık değil derdim, yolda belde gördüğüm hoşuma giden adamları 2 saniye içinde gözümle soyup halvet oluyorum, hepsi bu :) Bahar fena geldi bu sene, biliyorum bunu.

Bi ara Cumhuriyet gazetesinin Pazar ekinde şöyle bi başlık okumuştum:

"Karadeniz'in etkileyici seslerinden biri: Ayşenur KOLİVAR"

Gel de gülme.

Beberikler, öperim!

Kutuplardan sevgiler.

Perşembe, Mayıs 17, 2012

gotta fuck fuck, boom boom pow

GREG WEEKS - Made by Greg Weeks on Grooveshark

Hani burda bi dünya sayıp sövüyorum, içimi döküyorum ya. Beni mütemadiyen emo takılıyor sananlar varmış. Aslında ben oldukça sosyal ve çenesi düşük bi adamım. Ancak her insan gibi kendimi zayıf ve çaresiz hissettiğim anlar oluyo. İki hafta öncesine kadar bu zayıf hallerim pek baskındı, ancak yine de sosyaldim kendi çapımda. İnzivaya çekilmiştim, ama ben hep sosyaldim. Artık iyiyim. Bu demek değil ki eskiden olduğu gibi sıkıntılı postlar yazmıcam. Yine yazıcam çünkü yine canımı sıkacak şeyler ortaya çıkacak.

Tam diyorum, sular duruldu, dalga yok artık pek, sağdan soldan taş geliyor, su bulanıyor. Neyse ki eskisinden daha dirayetliyim. Güçlüyüm ben. Kırdırmam duvarlarımı öyle. İnziva çok iyi geldi bana bu anlamda. Daha sağlam malzemeyle ördüm duvarlarımı. Aşılmayacak cinsten değil tabi, ama yine de zorlanması lazım artık iznim dışında giriş yapılacaksa.

Yorgunluk hayatıma hüküm sürüyor aylardır. Az uyuyorum, çok hareket ediyorum, normal yiyorum, çok az uyuyorum, az sıvı tüketiyorum (istem dışı) ve zombi gibi dolanıyorum. Her gün "Bugün eve gidince erken uyucam." diyorum, ama gece saatime baktığımda 1-2 falan oluyo yine. Yatağa zıplıyorum, uyuyorum, sabah sürünerek çıkıyorum yataktan. Yüzümü yıkayıp kahvaltı sofrasına oturduktan bi 10 dk geçmesine kadar gözlerim kısık bakıyo ve acıyo. Gözlerim yanıyo aabi.

Gün içindeki performansımı da etkiliyo tabi bu durum. Tam kapasitemi kullanamıyorum ofiste. "Kullanılabilir kapasite" düşük oluyo hep. Bi çözüm üretmeliyim buna, yoksa hasta olcam.

Kriz ortamı var halihazırda. Bana herhangi bi sorumluluk verilmedi çözümle ilgili, ancak inisiyatif alıp kenarından köşesinden krizi anlamaya ve buna uygun çözüm üretmeye çalışıyorum dünden beri. Güzel olcak sanki.

Bugüne dek çok insan zekamla ilgili övgülerde bulundu durdu. Övgü diyorum, çünkü ben kendimi zeki biri olarak görmedim hiç. Farkındalığım yüksektir belki bi çok konuda, ama hızlı gözlem ile hızlı ve mantıklı karar dendiğinde eli ayağına dolaşan, panikleyen bi adamım. Son zamanlarda zekamın farkına varmaya başladım. Zeki biri olduğumu biliyorum en azından. Böbürlenmek değil bu, zira yemem gereken çok fırın ekmek olduğunun da farkındayım.

İnsanlara yakın vadeli planlarımdan ve isteklerimden bahsettiğimde "Sen en azından şunu şunu da yapmışsın, ama ben onu yapamadım daha, denk gelmedi işte bi türlü." tepkisini alıyorum. Ek olarak yaptıklarımın yanında hiç kaldığı şeyler yapan insanlar da tanıyorum. İmreniyorum çok fena ya. "Kıtibiyoz biri onca şeyi yapabiliyoken, başarabiliyoken, ben niye olduğum yerdeyim ki?" sorusunu sıklıkla soruyorum kendime son günlerde. Sıçrama zamanı yaklaşıyor sanırım. Ama sıçramak için hamle yapmaya da bi o kadar korkuyorum. Gözümde büyümesi değil, zorluğu da değil; gelen gideni aratır mı diye benim korkum. Her şeyiyle daha iyisini bulabilmek pek yaygın olmasa da önemli gördüğüm bazı kriterler açısından daha düzgün, daha ideal bi zemin sunan bi işletmede daha başarılı olacağıma inanıyorum ben.

Şimdilik sabretmeye çabalıyorum, çevremdeki daha iyi koşullara sahip olanları görmemeye, içinde bulunduğum şartları zorlayıp onların içinde mutlu olmaya falan.

Nereye kadar?

Salı, Mayıs 15, 2012

i wanna leave this country

Leave You Far Behind by Lunatic Calm on Grooveshark

Açık ilişki ne lan? "Ya içindesindir ilişkinin, ya da dışında." Grisi var mı bunun? "Bugün biraz ilişkide hissediyorum kendimi uhm uhm." Siktir ordan! :)

Kendimi sarıp sarmaladığım, zamanında beni koruyacağına inanarak taktığım zincirleri halka halka kırmaya başladım.

Ahlak anlayışımda değişiklikler var.

Güya daha genişim. "Hiçbi şey, hiç kimse s.kimde değil." diyorum mütemadiyen.

Aslında bi bakıma doğru. S.kimde değil büyük çoğunluk. Rahat rahat geziyorum tozuyorum, kafama göre tamamen. Bu durumu özetleyen harika bi söz var hatta: İpimle kuşağım, s.kimle t.şağım.

Ancak bazı anlar geliyor ki, "Neden?" diye soruyorum.

Neden ben?
Neden o?
Neden bu?
Neden böyle?

Halsizim bugün yine, enerjim çok düşük. Hiçbi şey yapasım yok. 15 gün sonra ilk defa bu kadar sıkıntılıyım bugün. Beynim patlasa da kurtulsam be. Yatsam uyusam da şöyle bi kaç ay uyanmasam hiç.

Gitsem de dönmesem uzuuun süre.

Özetle: Kimin ne mal olduğunu anlamak kadar keyifli pek bi şey yok dünyada :)

Öpürük bebeyims.

Pazartesi, Mayıs 07, 2012

kolikolik

Spirit Of The Night by Tesla Boy on Grooveshark

Her şey güzel gitmeye başladı yine. Mutlu hissediyorum son bir haftadır falan. Beraberinde korkuyu da getiriyor tabi "Kötü bi şey olacak demek ki fırtına öncesi dingin sessizliği yaşıyorum." diyorum. Dinginlik de yok aslında, tam aksine hareket çok. Ama güzel olanlar o kadar körleştirdi ki beni, aralarda bana batanlar varsa hissetmiyorum bile. Ve uzun aradan sonra mutluluğumun sebebi işim. Büyük umutlar besliyorum, güzel planlar yapıyorum. Harekete geçtikten sonra meyvelerini toplamaya başlayabilirsem doğru adımları attığıma emin olcam. Bakalım...

Alenen mutlu hissediyorum.

Yalnızlığı kafaya takmaya fırsatım yok gibi son günlerde. Theresa modundan da çıktım gibi bi şey, hani tek gecelik ilişkilere bile sıcak bakmaya başladım. Motor timsali milletin peşinden koşmaya niyetim yok tabi ki, ama karşıma çıkacak güzel fırsatları geri tepmeyi de bırakıyorum bundan böyle.

Salmaya başladım galiba, saldığımın farkında olmadan. Ve bu salmışlığın zararı olmayacağını düşünüyorum bi yandan. Hayatımın düzgün ilerlemesini engellemeyecek yani.

İnsanlara kendimden ve hissettiklerimden bahsetmeyi bi kenara bıraktım son günlerde. İnsanları dinliyorum çoğunlukla, ama karşılık da veriyorum. Eğleniyoruz genelde. Verimli ve keyifli sohbetler geçiyor.

Uyuştum sanırım ben. Acı hissetmiyorum, manevi anlamda.

Kafam kazan gibi, kalbim yerinden fırlayacakmış gibi, yorgunum, uykusuzum, ağrılarım var, ama aklım fikrim hala işte. Hatta bugün eve iş getirdim ve bunu büyük bi keyifle yapıyorum.

24 saat az geliyor bana. Olsaydı extradan bi kaç saat daha, 12 saat çalışırdım gıkımı çıkarmadan.

Merhaba işkoliklik!

Çarşamba, Mayıs 02, 2012

somewhere, somewhat, somehow, somebody, something ... nothing

Wish You Were Here by Floyd, Pink on Grooveshark

Mevzubahis önemli bi şey değil aslında. Başlığı dikkat çeksin diye koydum. Narsist miyim? Çoğu zaman öyleymişim gibiyim. Aslında kendimi sevemiyorum. Göbeğim kocaman oldu artık ki patron bile şişko demeye başladı bana. Ona alındığımdan değil, patronumu seviyorum, ama şişman olmayı kabullenemiyorum bi türlü zihnimde. Ama götüm ve göbeğim koca elamet kıyamet (Buralarda çok büyük anlamında çok kullanılır bu söz). Bu durumu değiştirmek istiyorum, ama sadece istiyorum. Hani kaltak perinin teki gelip ucu yaldızlı yıldızlı değneğini değdircek göbeğime ve liposuction etkisi yaratıp emicek bütün yağı. Hangi dünyada yaşıyorum ben ya, sahiden?

Çevreme baktığımda "taş gibi" adamlar var. Heykel olmadıklarına inanmak zor geliyo çoğu zaman hatta. İlk etapta feriştaha bağlayıp "Ağğğ, yapıştır beni duvara erkekim." ile başlayan fanteziler kuruyorum, ama sonra "Koca göbeğimi napsın ki?" diyorum. Tüm bunlar bir kaç saniyenin içinde olup bitiyo. Yürüyorum, geçiyorum.

Aylardır merak ettiğim adamla sonunda yüzyüze geldik iş sebebiyle. Eşşek kadar yüzüğü var parmağında, karısıyla çocuk yapmaya çalışıyolarmış falan. Çevrede gördüğü Türk kızlarına ağzının suyu aktı bi de. Profesyonelliği bi kenara bıraktım artık, adam imkansız. Ve benim ona dibim düşmekle kalmadı paramparça oldu. Nadiren rastladığım ve benim çoooook çok hoşuma giden bi özelliğe sahip: Boyu benden uzun. Bacakları benimkilerle aynı kalınlıkta ama uzun olduğundan gayet güzel görünüyo. Omuzlar kolları falan desen ohohoy, taş! Nolurdu sanki kapımı çalsa gelse girse otursa yatağın üstüne, bi şeyler içsek sohbet etsek, sonra alkolün ve loş ortamın da etkisiyle sıcak bastırsa, gözler kısılsa, hormonlar işlevlerini yerine getirse, bi kızılca kıyamet koparsak, yan odalardan şikayete gelseler ses yüzünden. Nolur sanki abi nooolur? Sonuçlarına razıyım ben, (here comes a stereotype Kezban - a bitch who hasn't died yet even though it's been many years since she came around, inside of me) yeter ki o bi kaç adım aşılsın. Gel gör ki adam gayet profesyonel. Sohbetlerde de kendi hayatından pek bahsetmiyo. Anca sorular soruyo. Adam hetero be yavrum, ne işi olur benim şişko götümle?

En fazla yapabileceğim anca sohbet edip kendimi sevdirmek - profesyonel düzlemde tabii. Nothing more.

Mobil yaşam güzelmiş aslında. Sürekli gezmek tozmak, farklı insanlarla tanışmak, çok güzel bi şeymiş aslında meğersem. Hem saçmalıkları düşünecek zamanı da olmuyo insanın. Tabii bu süreç konfor ciddi anlamda sağlanırsa ve iletişime geçilen insanlar düzgün olursa şu anki keyfi yaşatabilir bana. Denklemdeki herhangi bi değişken veya herhangi bi katsayı oynarsa sonuç daha büyük oynar. Ortalıktan kaybolmaya o kadar ihtiyacım var ki, göçebe hayatı istiyorum.

Yazmak istediğim çok şey var, ama yazamıyorum. Aklıma gelmediklerinden değil, yazmamam gerektiğinden. Çünkü sanırım istemediğim kişilere deşifre oldum. Daha fazla açık vermek istemiyorum. Laf başı geldiğinde açılmaktan korkmadığımı ifade ediyorum, ama eninde sonunda yaşadığım ülke Türkiye. Olmaması gereken durumlarla karşılaşmak istemiyorum. Bu da bu kadar, nothing more.

Pazar, Nisan 29, 2012

part time lover

Görsel: Google
Part Time Lover by Stevie Wonder on Grooveshark

Eskiden insanlara "You'll be sorry when I'm dead." bakışı atardım zorda kalınca. Şimdi zorda kaldığımı bile bilmiyorum. Kimseye bi lafım küfüm de yok.

Kendisine açıldıktan sonra "Ne gerekiyosa yaparım ama tedavi olmalısın." diye ağlayan kuzenimle pek görüşmüyorum. Eski bi anımız geldi aklıma. Eve giderken markette dolanıyoruz annesinin istediklerini almak için. "Çikolata alalım." dedi. Bekliyorum ki Toblerone veya hiç olmazsa Nestle Damak falan alalım. Gitti Tansaş'ın dandik markalı çukulatalarından kaptı. "Bari Ülker alsaydık, ehi?" dedim. Eve gider gitmez annesine anlattı gülerek, "Paşamız beğenmiyomuş Tansaş çikoletasını." diye. Napabilirim bebeyims? Cadburylerle büyüdüm, "alıştım artık." Blogumu okuyo olsa gülerdi tırnak içine aldığım ifadeye. Keşke eskisi gibi yakın olabilsek. Özlüyorum kuzenimi bazen. Sonra ettiği bazı laflar geliyo aklıma, susup oturuyorum.

Bugün, yakın zamanda görmediğim kadar yakışıklı adam gördüm. Bi kaç gündür gözüme kestirdiğim iki genç polis vardı, onları yakından gördüm bugün. Görmesem de olurmuş yani uzaktan çok daha fantastik, daha bi güzellermiş meğer. Dolanırken rastladığım 30-35 yaş arası erkeklere ağzımın suyu akabilirdi pekala, ancak istemedim. Baktım, yürüdüm, geçtim.

Efem, yakın zamanda kaleme almak istediğim bi yazı dizisi var: Erkek nasıl olmalı? Konuyu enlemesine boylamasına yatırıp üstüne çıkıp tepinirken şu araştır-geliştir postuna gelen yorumlardan faydalanıcam yer yer. Karnı dümdüz olmamalı bi kere. Odun vücutlu erkek erkek değildir bence. Elini attın mı hafif de olsa bi göbek gelmeli yani. Sikspek benim bildiğim McDonalds'ta falan oluyo, erkeğin karnında ne işi var? Kaslı vitrin oyuncaklarına hayır!

Dizilere taktım kafayı son iki aydır falan. Hepsi aklımda değil şu an, ama ilk sezon ilk bölümden başlayıp güncel bölümüne kadar izlediğim bazı diziler;
Fringe: Doğaüstü olayların FBI ajanı, kanuni bi kaçak ve bi bilim adamı tarafından ele alındığı hoş bi diziydi bi zamanlar, ama son iki sezondur sıçıp sıvıyolar.
Lost: Anlatmaya gerek yok.
Black Mirror: 3 tek bölüm, bilim-kurgu, teknolojinin yaşamı kolaylaştırırken nasıl da çıkmaza soktuğunu anlatıyo. tavsiye ederim.
Californication: Aşık olduğu kadını (=çocuğunun annesi) etkileyemediği için devayı önüne gelen kadının vajinasında arayan bi yazarın hikayesi anlatılıyor.
Misfits: Yıldırım çarpınca doğaüstü güçlere sahip olan gençlerin hikayesi anlatılıyo. Nathan tiplemesi nefes alıcı resmen, şiddetle tavsiye ederim.
Nip/Tuck: İki estetik cerrahın başından geçenlerin anlatıldığı bi dizi. Karakterlerden biri Queer As Folk'taki Brian'ın hetero versiyonu. Müşteridir yeni tanışmıştır demeden önüne gelen kadını baştan çıkarıp yatağa atıyo. İddiaya göre 25 cm çükü varmış ki sonradan ortakları olan latino gıcık bi puşt var, onunki daha da büyükmüş. Hayır nereye sokuyosun o kadarını arkadaşım? 6-7 inchlik pipi neyine yetmiyo? Sinir!
The Big Bang Theory: Aklını bilimle bozmuş bi grup obsesif "nerd"ün komik hikayeleri var burda da. Oldukça eğlenceli. Bi Sheldon Cooper olmak istemezdim yine de. Çok şerefsiz lan! :D
The Walking Dead: Bence başarısız bi zombi senaryosu. Oldum olası sevmem gerçi zombili vampirli vurdulu kırdılı filmleri ama bunun ilk sezonunda biraz heyecan vardı yine.
Supernatural: İlk sezonunu zor bitirdim. Saçma, sıkıcı, bunaltıcı bi dizi bence. Jensen Ackles mide bulandırıcı bi adammış meğersem. O kadar itici ki dizide. 
Six Feet Under: Yaşamsal belgesel niteliğinde, bugüne dek izlemediğime pişmanım, şiddetle tavsiye ederim.
Dexter: Kayışı koparmış bi seri katil en fazla bu kadar sevimli olurdu. Özellikle jenerikte yan yatarken kolundaki sivrisineği öldürüp sevimli sevimli sırıttığı sahne ve t-shirtü giydikten sonraki etkileyici bakışlarının olduğu sahneye Bİ-Tİ-YO-RUM!
Veep: Amerikanyalarda bi yerlerde geçen olaylar anlatılıyo. Henüz ilk bölümü yayınlandı. Denedim, "Eh, fena değil." dedim. Devamını bekliyorum.

Supernatural haricinde bu dizilerin hepsini baştan sona izledim, evet. Peygamber sabrı mı var bende? Yoksa hayatım mı bomboş? Bence ikincisi. Zira ilki çok sıkıcı olurdu. O kadar sabırlı biri olmak istemiyorum ben daha fazla. Çünkü askerde yeterince peygamberlik yaptım, daha fazlasını hak etmiyorum bence.

Aklıma neler neler geliyo yazmak için, ama ya tuvalette oluyorum (bkz: Türk'ün aklına ya kaçarken...), ya dışarıda oluyorum, ya yemekte falan oluyorum, yazamıyorum yani. Yoksa ne fikirler vardı (ah, ah).

Milyoner olmiyim bi de, mutlu olamam ben o kadar parayla. İnsanlığımı kaybederim sanırım. Gerek yok o yüzden. Hayatımı sürdürebileyim, hayatımda bi insan olursa şayet o çalışmak zorunda olmadan ikimizi yaşatabilecek parayı kazanabileyim, bi de üstüne senede bi kere falan yurt dışına tatile gidebiliyosam daha ne isterim? Aaa, bi de hobilerime zaman ayırabilmeliyim tabi.

Yaşasın kahve içmek!

Hadi kaçars ben. Öpürüks cümleten! (Aminiminimini)

Perşembe, Nisan 26, 2012

and

Görsel: Google

01 London Calling by The Clash/London Calling on Grooveshark

Bloga girişlerim seyrekleşti iyice. Ama bi yerlerde okuyanlar vardır, inanıyorum ben.

Son zamanlarda (üç-beş-sekiz aydır falan) çokzel bi depresyondayım, bilindiği üzere. Kendimi eve kapattım son 1,5 aylık zaman diliminde ve hiçbi şey yapasım yok. Hani ölmeye mecalim yok yine.

Son zamanlarda çekip gidesim geliyo sürekli, bu gece gerçekleştirmişim onu rüyamda.

Güya, İngiltere biletimi almışım, basıp gidiyorum valiz falan olmadan, kimseye haber vermeden. Londra'ya ayak basar basmaz "Ama böyle olmaz, kimseyle iletişime geçmedim ben" deyip bi sonraki uçakla geri dönüyorum Türkiye'ye. Eve geliyorum, bi yoğunluk var ama, valizimi hazırlayamıyorum. Çünkü planda valizimi hemen hazırlayıp aynı günkü uçakla Londra'ya dönmek var. Ama bi türlü yürümüyo işler. Ertesi güne sarkıyo yolculuğum. Sonrasını da hatırlamıyorum, uyandım.

Gitmek istiyorum, acilen!

Salı, Mart 13, 2012

I'm like a gay gone wild, a good gay gone wild.

Chimera by Snakadaktal on Grooveshark

Bu boşluk... O kadar büyük geliyor ki çoğu zaman. Kendi yarattığım, içinde kaybolduğum kendi boşluğum, öz eserim, benden bi parça, beni yutan yok eden parçam.

Amaçsızım, isteksizim, hareketsizim, tutarsızım.

Sağda solda aklıma ne cümleler geliyor, ama blog başına geçince unutuyorum istisnasız hepsini de. Baştan sona spontan yazıyorum artık. Cümlelerim kuru, yavan. Boşluğum onları da yutuyor.

İstemiyorum. Hiçbi şey istemiyorum. Sadece eve gelince yemekten sonra uykum gelsin ve sızayım. Ama hiç de öyle olmuyor. Günlük ortalama 3,5-4 saat uykuyla akşamı ediyorum. Yemek ye, belki duş al, bi film izle, tatlı niyetine bi kaç lokma bi şey atıştır, youtube'da kaybol, last.fm'de yit git, gece 2de uyu. Olağan rutinim bu olmaya başladı. Uykusuzluktan iflas etmek üzereyim ama geceleri yatağa girmek istemiyorum sanırım. Tek kişilik yatağımın soğukluğundan nefret ediyorum.

100. takipçim, postlaaar önce bahsettiğim sürpriz hediye seni vurdu :) Belki biraz gecikecek eline ulaşması, ama piyango sana vurdu bebişim: olmadigitti. Bu sebeptendir ki e-mailime ulaşmalısın uygun bi zamanda. Kim olduğunu bilmiyorum, hatta blogunu dahi okumadım henüz. Ama zaman içinde gerçekleşebilecek şeyler bunlar bence.

And me? I think I finally understand what Kneller was trying to say. It only happens if it doesn't matter. It comes without effort.

Maybe Eugene's right. Maybe I only get stuck on boys I don't have a chance of being with.

Sonra, "Yok." dersin, "İstemiyorum." dersin. Birileri gelip aklını çeler. Sonra da geldiği hızla s*ktir olur gider. Maksadını aşmıştır çünkü çoktan. Çetrefilli oyunlar peşindedir. Ve sen o cümlenin en kenarda köşede kalmış nesnesisindir aslında; seni çıkarınca cümlenin anlamında gram oynama olmaz. Ama sen hala kendine, anlam katabileceğin bi cümle arar durursun, ararsın, durursun, duramazsın.

Bencilliğin üst sınırlarına doğru yol alıyorum kendinden emin adımlarla.

Geçen Cuma akşamı arkadaşlarımın zorlamasıyla (zorlamak: yaka paça sürüklemek) İzmir'deki yegane gay barla münasebete girdim sonunda evet. Daha kapıdayken salçalanıldım. İçeri girdikten sonra birileri sürttürdü durdu, sonra densizin teki benle tanışmak istedi yüzsüz tavırlarla, arkadaşım araya girip "O benle birlikte hadi uza defol." dedi ama eleman yüzsüzlüğün dibine vurmuş olmalı ki "Sorun değil grup da takılabiliriz." dedi. Arkadaşım temelli dellendi tabi. Sonra arkadaşımın güya arkadaşı başka biri benden hoşlanmış, ona söylemiş, arkadaşım da bana söyledi. Ben de "Tanışabiliriz tabi ki ehuehu." yapınca bi anda ellerimiz bi başkası tarafından tokalaştırıldı böyle bi. Gece boyunca eğlenmeyi planlıyodum ama hani japon pazarı tadında yerlerden çok hoş bi şey almışındır ve üstündeki zortirik etiketi çıkarmak istersin ama öyle güçlü bi yapıştırıcı kullanmışlardır ki etiket yok olur ama yapıştırıcısı hala gıbık gıbık orda duruyodur, öyle yapıştı çocuk da bana. Gece sonuna kadar da düşmedi yakamdan.

İki ayrı insan da ayrı zamanlarda bana dayadılar durdular böyle. Biri sözümona dans ederek sürttürdü durdu. Diğerinde ise ben dans etmeye çalışıyodum cüzdanı kaptırmamak maksadıyla sağ elim arka cebimdeyken. Abinin teki malı kaldırmış, avcuma bırakıverdi eşofmanının üstünden. İrkildim böyle bi, arkama dönüp bakmadan kaçtım gittim. Hırlı kumaş olduğumdan değil; istemiyorum abi! Kafayı çekip dans ederek eğlenmekten başka hiçbi şey istemiyorum.

Tuvalete paspas niyetine diktikleri çirkef kadınsa tuvaleti her kullanışımda benden para istedi durdu. Bi seferinde arkamdan koştu geldi "Sen para vermedin ya delikanlı." diyerek. "Vermicem çünkü vermem gerekmiyo." dedim. "E güvenliği çağırayım da gör sen." dedi. "Git çağır gelsin bakalım." dedim, götü yemedi tabi ehuehu. Mekanın parlayan yıldızıydım desem yeridir. 7 yıldır gitmeyi reddediyodum ya, içerdeki kimse tanıdık gelmedi bu yüzden. Haliyle de "Sen yenisin galiba." muhabbeti çekenler çok oldu. Aman olsun, bi kere gittik işte lanet yere. Bi daha da şehir dışından bi arkadaşım bişiyim geldiğinde eğlenmek için gidilir, o kadar. Lanedolsun öhühü.

Sonra, bu sabah trene bindim. üç-beş koltuk ilerde yüzü bana dönük oturan bi eleman. Açık kumral, keli hafif çıkmış, çatal çene, kirli sakal, ela göz, buğday yanığı ten, kıvır kıvır saçlar. Uyuyodu sözde, uyandı. Göz göze geldik, gülümsedi bu böyle alenen. Ben heralde birine benzetti dedim bozuntuya vermedim. Sonra baktım, zaman içinde ne zaman göz göze gelsek bu bana gülümsüyo böyle sıcak sıcak. Bi yandan kimseye bi şey çaktırmamaya çalışıyorum, bi yandan gülümsemeye çalışıyorum. Bi de hani bana gülümsediğini de anlayamıyorum, arkama bakıp duruyorum "Tanıdık birine gülümsüyo galiba ya." diye. Yok, bana gülümsüyodu alenen. Gülümsemeye çalıştım ben de çünkü çok sıcak bakıyodu ve gülümsüyodu ya. Böyle yol boyu bakışıp gülümsedik durduk. Hayal ettiğim şey gerçek oluyodu ve ben inanamıyodum. Sonra ara duraklardan birine gelirken ayaklandı bu yanındaki adamla birlikte. İlk başta arkadaşı sanmıştım ama değilmiş. Yanımdan geçerken hiç bana bakmadı. İşkillendim tabi. İnmeme daha 20 dk olmasına rağmen fırladım koştum kapıya doğru. Orda benim bindiğim istasyondan binen başka bi salakla sohbet ediyodu ayaküstü. Sanırım gülümsediği insan da ben değildim, oydu. Bilmiyorum. Umarım yarın yine denk geliriz eğer bana gülümsediyse de anlarım kime olduğunu. Ayakta gelmek pahasına onu arıcam yarın vagonun iki kompartımanında da. Shame, diğer vagonlara geçemiyorum içeriden. Yoksa onu bulup başına dikilene kadar ordan oraya koşturur dururdum. Neyse, birbirimizin kaderindeysek (bkz: sıkıştığın yerde topu kadere atmak) zaten denk geliriz, di mi? Bence di. (bkz: çaresizlik çoh kötü, kaka bişiy)

Böyle işte, dumansız hava sahasında yaşamak da çohzel bişiy. Mutlu değilim aslında ama mutluymuşum gibi davranmayı öğrenmeye çalışıyorum.