Pazar, Ağustos 23, 2009

Sümüklü beynin sıçtıkları

Ağzım açık ayran budalası gibi kilitlenip kalıyorum bilgisayar ekranına. Diziler izliyorum, filmler izliyorum, klipler izliyorum, porno izleyip 31 çekiyorum. Hell yeah I do! Erkeğim galiba! (Uh-oh!)

Dışarıda akıp giden hayatı umursamayıp kendimi eve kapatmamı, kafama eseni, canımın çektiğini yapabilecek kadar kendimi özgür hissetmemi takdir eden ve sırf bu yüzden beni kendi hayatlarında özel bi yere koyan canım arkadaşlarım; hala öğrenciyim! Mezuniyet fobisi bitsin, diploma günü gelsin, bi iş aramaya başlayayım, acaba eser kalacak mı halimden? Veya o diplomayı yepyeni bi dildoyla değiştirip kaldığım yerden devam mı edicem hayatıma? Immh, sanmıyorum. Para lazım. Şimdiden düşünmeye başladım "Ben nasıl para kazanıcam bu halimle?" diye. Halimin nesi mi var? Altı yıldır okuyor gibi yaptığım bölümüme dair hiçbi bok bilmiyorum; bi kaç Simplex ve LP dışında. Ha tabi Forecasting'in hakkını yememek lazım. Ee? Mezun oldum diyelim, n'olcam ben? Aa, yok, o dedikleri mühendis ben değilim. En azından, küçüklüğümden beri kafamda canlanan mühendis ben değilim. Bütünüyle ayrı iki profiliz: Kafamdaki mühendis hafif göbekli, aile babası, iyi bi geliri olan, güzel konuşan, SW arabaya binen böyle sabit, inek bi tip. Ben? Spor yapmayan, prensini aramayı bırakmış, okulunu iki buçuk yıl uzatmış (dünyanın sonu değil evet ama iki buçuk yılda kazanabileceklerimi nasıl ve kimden çalabilirim şu durumda?), gayet göbekli, para kazanmayı bilmediğinden değerini de henüz anlayamamış (büyüklerin deyimiyle har vurup harman savuran), ailesine açılamamış, bi kesime göre zamanını boşa harcayan-boş yaşayan, başladığı hiçbi ilişkisinde dikiş tutturamayan, başlamadıklarını da kestirip atan, maymun iştahlı, tembel, ama çok tembel, üşengeç, İngilizce seven, hayvansever, gökkuşağı delisi, dünya üzerinde hala bi yerde adalet olduğuna inanan, kırılgan-narin, içiyle uyuşmayacak ölçüde kocaman bi insanım. Çok uzun oldu di mi? :) Dürüst olmaya çalıştım ama mutlaka ki unuttuklarım vardır. (Tanıyanlar bilenler eklerse sevinirim.)

Hmm, konu gitgide derinleşiyor! Nedir kendimle alıp veremediğim? Klasik ve popüler bi yoldan gidelim, çocukluğuma inelim :)

3-4 yaşlarındaydım -hala hatırlarım-, erkekler sokakta arabalarıyla oynayadursun, ben evde peluş ayımla oynarken o zamanlar kabuklu olan (oh God, keşke öyle kalsaydı) pipimdeki değişimleri farkediyorum ve adının ereksiyon olduğunu bilmiyorum. Ve bu nedense sadece o zamanki damak zevkimle hoşuma giden mahalledeki erkek arkadaşlarımı hatırlayınca oluyor.

Herkes sokağa çıkıp üstü başı boka batana dek eğlenirken ben "Ay üstüm kirlencek!" endişesiyle adımımı atmıyorum. Ana sınıfına kayıt ettiriliyorum, "Annem olmadan ağlıcaam geliyo ama öğretmeniiim!" diyorum ve kazara koluma falan değen her hangi bir sınıf arkadaşıma "Dokunma bana, pissin sen!" diye çemkiriyorum. Uyumsuzluğum çocukluğumdan belliymiş; o zamanlar da tek çocuktum, tıpkı şimdiki gibi. (Yalnızlık tutkusu, megalomanya)

Erkekler topa ve arabaya düşkün olurken ben evcilik oynamak istiyorum, kız arkadaşlarımla kötünün iyisi denebilecek düzeyde ilişkiler kuruyorum. Renkli şeyler o zamanlarda bile dikkatimi çekiyor. (Flaggy faggy!)

Sorumluluk almak istemiyorum hiçbir aşamada. Sınıf başkanlığı görevi veriliyor, kaybetmek için elimden geleni yapıyorum ve başarılı da oluyorum. "Falanca sınavından şu kadar puan alırsan şunu şunu alıcaz sana." diye söz verildiğinde sınavın sonucuna bakmaksızın istediğimi aldırıyorum, hem de çoğu zaman birden fazla. (Maymun iştahlılık)

What else?

23 Ağustos 2009


Tamamlamaya götüm yemedi, böyle... Yerseniz! :)

13 Eylül 2009

Cumartesi, Ağustos 15, 2009

Kahrol düşman, al sana bomba!

Fonda "heroine" çaladursun, perküsyonları beyin zarlarımda titretiyolar sanki
15 Ağustos 2009

Spontane, enstantane, tane tane

Yeni doğan bıcırım, yeğenimin fotoğraflarına baktım uzun uzun, geri sarıp videolarını izledim defalarca. Henüz buruşuk, yeni doğmuşluğun, tazeliğin getirdiği garip ve pamukluğuna münhasır şeker pembesi lekeler, yarı kel kafa, nohut burun, dünyadan on iki yıl önce göç etmiş dededen çalınan sivri üst dudak, çattığında belli olan sarı tüyler-kaşlar, kar taneleriyle, kan boncuklarıyla süslenmiş yanaklar... İki insanın şehvetinden böyle bi canlı meydana gelebilir miydi? Canım bebek çekti!

"Suntan" videosunu izlerken Monaco arka planında gözüken şuh ablayı da canım çekti. Eğilimim değişmiyor, hayır; sadece farklılık arayışına girdim, sanırım.

Canım çekiyor de çekmesine, ya can yanıklarım? Sabahın erken saatlerini okuyarak "harcadığım" bir kaç densiz blogda bıraktığım 'kendim'lerim? Yazıların yayın tarihi de öyle denk getirilmiş ki, hayatımın son iki yılındaki kilometre taşlarının tarihleri. Sahi, iki yıl önce... Neydim ben? Kimdim? Geceleri gündüzlere kalp yaşıyla bağlayan, iki olması mümkün olmayan bir 1 idim. Yılgındım. İlk gördüğüme tutunacaktım. Hayatımın en önemlilerinden Şule'm vardı o zaman yanımda. Tutunmaya başladığım bir çoğu gibi o da gitti, gitmesi gerekti, gittiği iyi oldu; kendisi için. Murathan Mungan'ın sevdiğim sözlerinden birini hayatıma kazımam da o günlere dayanır;

"Kimdi giden, kimdi kalan?
Aslında giden değil,
Kalandır terk eden."

Basit! Geciktirilmiş mezuniyet, geç kalınmış hayat, iki yaprak bahane arasına saklanıp savuşturulmuş hatalardı kalışım, terk edişim, terk edilişim.

Nereye bağlayacağım? Hmm, bilmem. :) Bu saatte içi çomakla kurcalanmış yosun dolu beynimden bunlar çıkıyor. Pislikler ne zaman çöker? Sular ne zaman durulur? Kim gelir o suyu içer?

Gidenler gide dursun, kalan sağlar -şayet varlarsa- bize yüzünü dönsün. Fazla suskun kaldım bu ara. Kelimelerim ne boğazıma sığıyor, ne kalemime, ne de klavyeme. Yakın zamanda kusacağım. Anneee!!!

Post Scriptum: Özledim, demirini başıma saplamış demirbaş gemim!

Çarşamba, Ağustos 12, 2009

Kabak çiçeği

Açıldık! Bir kaç yıl süren uzunca aradan sonra tekrar açıldık. Yayını blogger'a, yapımı emeklerime ait. Ancak tekrar yazmaya karar vermemin sebebini hala bulamıyorum. Yazmaya dönmek istedim. Hepsi bu. :)

Farkettim ki, yazdıkça atıyorum zehrimi. Yazdıkça soğutuyorum gündelik ve global olaylardan kızgınlaşan içimi. İlk gönderimin bu kadar kısa olmamasını umuyordum, ancak yazılması gerekenler bir araya gelip de beni köşeye kıstırmadıkça kelimeler beynimde gömülü kalıyor.

Ciao, for now!